Bombaları dinlemek

-
Aa
+
a
a
a
17 Kasım 2003 Radikal Gazetesi
 
Paramparça edilmiş bir dünyanın ortasında durmuş, tepemizde patlayan bombanın parçaladıklarına bakıyoruz. Bir cumartesi sabahı, ömür boyu hatırlayacakları ergenlik törenine; Bar Mitzvah'ya hazırlanan Musevi çocukların aklına gelir miydi? Yoksa akıllarının bir köşesinde her dem taze tuttukları bir korku muydu bu bomba?
Şimdi acı ve korkuyla kavrularak bombaların söylediğini işitmeye çalışıyoruz. Bizi ikna edecek herhangi bir açıklama, bir manifesto, bir son söz olsun işitebilmemiz mümkün mü? O uğultulu korkunç sesi bir insan diline tercüme edip karşılığında söyleyecek bir söz bulabilmemiz mümkün mü? Sinagogların kapısında havaya uçan kamyonetler, yok edeceği insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan, insanın varabileceği en uç ve en alaycı nihilizmin sözcülüğünü üstleniyor çünkü. Bütün inançların ötesinde, çoluk çocuk demeden dünyayı havaya uçurabilecek bir vazgeçmişlik karşısında sözcükler tutmuyor elimizden. Kekemeliğimiz bundan.
Soğukkanlı yorumcular şimdiden durdukları yerden, durdukları yerin sağlamasını çıkaran açıklamalarla her an her şeye hazırlıklı olduklarını kanıtladılar. Hemen hepsinin bu bombaların zamanlaması üstüne dikkatimizi çekmeleri bu katliamla bize, hayatta kalanlara iletilmek istenen sözü çapaklarından temizleyip anlayabilme konusunda ne kadar zorlanacağımızın işareti. Yorumların hepsi belirli bir akıl süzgecinden geçmiş, kulak asılması gereken öğelerle bezeli.
Olayın üstünden birkaç saat geçmişti ki bir ajans, sorumluluğu İBDA-C'nin üstlendiğini duyurdu. Her şey bu denli kolay çözülebilir olsaydı dünyanın ne kadar güvenli bir yer olduğuna dair bir ferahlama da getirecekti beraberinde. Oysa yıllar önce sola ve PKK'ya karşı devlet tarafından beslenmiş Hizbullah'la birlikte İBDA-C de katlettiklerini gömdüğü mezarlarla birlikte hepimizin uzak vicdanında patlamış, vahşetinin neredeyse resmi bir disiplinle sergilenmesiyle birlikte devlet bağlantısı da çoktan örtbas edilip halledilmiş örgütler. Yine de bu patlamaların, orduyu işbaşına çağıran darbeci Kemalistler açısından AKP hükümetinin sinsi desteğiyle palazlanmış İslâmi hareketlerin bir marifeti olarak tarihe yazılma çabasıyla da yoğunluklu olarak karşılaşacağa benzeriz. Dolayısıyla bu vahşet de hükümetin gerek AB ile gerek Amerika'yla gerekse komşu ülkelerle olan ilişkilerinde bir baskı yaratacak. Öte yandan geleceği Amerika'nın iki dudağı arasında gören ve ısrarla Bush politikasının sözcülüğünü sürdürenler açısından, tam da Bush ve Blair'in kendi ülkeleri başta olmak üzere bütün dünyada ciddi bir itibar kaybı yaşadığı dönemde haklı çıktıklarının bir kanıtı olarak tartışma masasına konulacak bir malzeme. Bush ve adamlarının demeçlerine ve olayın CNN'de yansıtılış biçimine bakanlar görmüştür, Amerika'nın bu olayla birlikte Türkiye'ye olan muhabbetinde tekinsiz bir coşma hali söz konusu. Richard Holbrook'un daha birkaç gün önce ""Türkiye, cephe ülkesidir"" sözlerini de hatırladığımızda Amerika'nın derin öngörüsü karşısında sarsılmamak imkânsız. Terör konusunda dünyanın bir numaralı uzmanı olan Amerikan Devleti de, zamanında komünizme karşı kullanmak için El Kaide'yi kendi yaratıp büyütmemiş miydi? Şimdi uygarlığın terörle savaşı adı altında insan hayatını, özgürlük ve demokrasi ülkülerini hiçe sayan vahşi savaşlarını sürdürüyor. İktidarın güçlenerek ayakta kalabilmek için savaşa ihtiyacı olduğunu, gerektiğinde savaşacağı terörü kendisinin yaratmaktan geri durmayacağını biliyoruz. Bu noktada da ipin ucunu kaçırmak, asla tam olarak emin olamayacağımızı bildiğimiz bir tezgâh önünde çaresiz kalıyoruz. Vahşi iktidarlarıyla tanıdığımız, hâlâ yılmamış birkaç adam, kendi terör üretim-savaşım deneyimleri nedeniyle 'uzmanlar' başlığı altında Radikal'e görüş belirtmiş. Mehmet Ağar, ""Türkiye terör mesajlarıyla yönetilecek bir ülke değil. Bu nedenle son zamanlarda teröre karşı alınan yumuşak tavır değişmeli"" diyesi. Eski Emniyet Genel Müdürü şanlı Cevdet Saral'ın yanı sıra eski OHAL Valisi, PKK'ya 'Ermeni dölü' diyen Ünal Erkan'ın lafı dolandırmaya niyeti yok besbelli: "" 'Terör bitti' diyenler bir kez daha düşünmeli"" diyor.
Böyle felaketler karşısında özgürlük düşmanları korosunun coşkulu konserlerine alışığız. Türkiye'nin, hamiliğini Avrupa'nın üstlendiği özgürlük ülküsünü paylaşmaya hazır olmayan 'jeopolitik' tanımı yine yüzümüze vuruluyor işte.
Bütün bunların ötesinde asla ıskalanmaması gereken gerçeklik, bütün dünyada güçlenmekte olduğu görülen antisemitizmdir. Özellikle geçtiğimiz yüzyılda antisemitizmin pek çok tarifi yapıldı. Yahudi düşmanlığını kışkırtılmış sunî bir saldırganlıkla, Yahudilerin yaşadıkları topluma yabancı gelmesiyle, üstün özelliklerinin kıskançlıkla karşılanmasıyla, doğaları icabı aşırı devrimci olmalarıyla ya da aşırı kapitalist olmalarıyla açıklayan bir yığın teori üretildi. Sosyal demokrat Bebel, antisemitizme 'Ahmakların sosyalizmi' diyordu. Yahudi işadamlarını yok ederek ekonomik sıkıntıdan kurtulabileceğine inanan işçi sınıfını göz önüne alarak. Bu teorilerin kimi antisemitikti. Hemen hepsi de bütünü kavramaktan acizdi. Yahudilerin ezilmesi, dışlanması, düşmanlıkla karşılaşmasının tarihine baktığınızda antisemitizmin yüzyıllar boyunca insanlığın genlerine nakşolunmuş olduğunu düşünmek mümkün. Bu düşmanlığın dönem dönem uykuya yatıp kendini unutturduğu, ama en ufak bir sarsıntıda şiddetle patlak verdiği görülüyor. İsrail devletinin saldırgan işgalci tutumu sonucu kendine görünürde 'rasyonel' bir temel de bulmuş olan Yahudi düşmanlığı, toplumun azınlık olan, farklı olan kimi kesimlerine gösterilenden çok farklı olmamakla birlikte daha karanlık, kimi karmaşık dönemlerde üstünde daha kolay uzlaşılabilen bir özellik taşıyor.
Fransa'da, Almanya'da kafasını kazıtmış öfkeli gençler Yahudilere yönelik saldırılar düzenliyor; radikal sağcı partilerin aldığı oyların artışı antisemitizm patlamasını işaret ediyor. Kimi gayretkeş teorisyenler, Nazilerin birçok konuda hakkının yenmiş olduğunu, Yahudi propagandasının bütün dünyanın gözünü kör ettiğini yazıyorlar rahatlıkla.
İsrail devletinin Amerika'nın yüreği olarak var olma çabasının yöre halklarına yaşattığı zulüm, Türkiye'de antisemitizmin siyasi bir duruş olarak meşrulaştırılma çabasına yol açıyor. Sağcısı da solcusu da, Müslüman'ı da laiki de İsrail devletine karşı olmakla Yahudilerden nefret etmek arasında bir fark göremiyor. Bu felaketi, 'Gene mazlum konumuna düştüler' diye Yahudilere yönelik bir öfkeyle karşılayanlar, yüzlerce yıldır insan ruhunu lekelemiş olan antisemitizmin tam da göbeğinden konuşuyor.
Onlar da bugünden itibaren her konuda boğazımıza yapışmış kemerleri daha da sıkacak elleri tutuyor."